Erebor Macerası
Başlangıç
notu: Bu yazı Frodo'nun ağzından yazılmış olup, ben Frodo'yu, biz
Frodo, Gimli, Pippin ve Merry, o ise Gandalf'ı temsil etmektedir.
Hikaye, Aragornun taç giyişinden sonra Minas Tirith'de bir evde geçmektedir.
O
gün başka bir şey anlatmadı. Konuyu tekrar açtığımızda ise bize,
Erebor’a yolculuğu nasıl ayarladığını, neden Bilbo’yu seçtiğini ve
Thorin'i nasıl ikna ettiğini anlattı. Bütün hikayeyi şimdi
hatırlayamıyorum, ama hepimiz Gandalf'ın hikayeye sadece Batı'nın
Gölge'ye karşı yapacağı savunmayı düşündüğü zamanlardan başlamasına
karar verdik.
Gandalf sözüne " O zamanlar çok sıkıntılıydım."
diyerek başladı. "Saruman bütün planlarıma mani oluyordu. Sauron’un
döndüğünü ve büyük bir savaş için hazırlandığını biliyordum. İlk hamlesi
ne olacaktı? Önce Mordor'u geri almayı mı deneyecekti yoksa
düşmanlarının merkezlerine mi saldıracakti? O zamanlar gücünü
toparladığı anda Lorien ve Rivendell'e saldıracağını düşünmüştüm, ki
şimdi fırsatı olsaydı öyle yapacağından eminim. Eğer bu plan tutsaydı
bizim için çok kötü bir durum olurdu.
Eli Rivendell'e kadar
uzanamazdı diye düşünebilirsiniz, ama ben öyle sanmıyordum. Kuzey'in
durumu gerçekten kötüydü. Dağaltı Krallığı ve Dale'in güçlü insanları
yok olmuşlardı. Sauron'un kuzey geçitlerini ve Angmar'ın eski
topraklarını ele geçirmek için yollayacağı ordulara karşı direnebilecek
tek kuvvet Demir Dağlar'daki cücelerdi ve onların arkasında bir harabe
ve bir ejderha vardı. Sauron ejderhayı kullanabilirdi. Sıklıkla "Smaug'u
devre dışı bırakmanın bir yolunu bulmalıyım, ama Dol Guldur'a karşı
direkt bir saldırı hala gerekli. Sauron'un planlarını bozmamız gerek.
Konseyin bunu görmesini sağlamalıyım." diye düşünüyordum.
Bunlar
benim kara düşüncelerimdi. Yorulmuştum. 20 yıldır gitmediğim Shire'a
gidip dinlenmek istiyordum. Eğer bu kara düşünceleri kafamdan
atabilirsem bir çözüm bulabileceğimi düşündüm ve buldum da, ama bu
düşünceleri kafamdan çıkarmama izin verilmedi.
Bree
yakınlarındayken Thorin Meşekalkan ile karşılaştım. Şaşırtıcı bir
şekilde benle konuştu ve o andan itibaren talih dönmeye başladı.
O
kadar sıkınıtlıydı ki, sıkıntıları konusunda benden yardım istedi.
Böylece Thorin'in Mavi Dağlar'daki salonlarına gidip hikayesini uzun
uzun dinledim. Kısa süre sonra kalbinin yaptığı yanlışlarla, atalarının
kayıp hazinesini bulma isteğiyle ve Smaug'dan intikam alma isteğiyle
yanıp tutuştuğunu gördüm.
Ona elimden geleni yapacağıma dair söz
verdim. Onun kadar ben de Smaug'un sonunu görmek istiyordum, ama onun
planları muharabeler üzerineydi, kendini Kral Thorin II gibi görüyordu.
Yanından ayrıldım ve Shirea doğru yola çıktım.
Garip bir şekilde
daha çocukken ve genç bir hobbitken Bilbo'ya bağlanmıştım.
Canlılığıyla, parlak gözleriyle ve Shire'ın dışında olup bitenle ilgili
sorduğu tüm sorularıyla aklımdan hiç çıkmamıştı. Shire'a girer girmez
onun hakkında dedikodular duymaya başladım. Görünüşe göre kendinden söz
ettirmeye başlamıştı. Ailesi Shire halkı için genç bir yaşta ölmüştü ve
hiç evlenmemişti. Biraz garipleşmeye başladığı, günlerce ortadan
kaybolduğu söyleniyordu. Yabancılarla hatta cücelerle bile konuştuğu
olurmuş.
"Cücelerle!" Aniden aklımda üç şey yanyana geldi: hassas
duyma ve koku alma duyusu ve tutkusuyla güçlü bir ejderha, dayanıklı
ağır ayaklarıyla kin dolu cüceler, dış dünyayı görmek için yanıp tutuşan
hafif ayaklı bir hobbit. Kendime güldüm, ama 20 yılın neler getirdiğini
görmek ve dedikoduların aslı var mı öğrenmek için Bilbo'yu görmeye
gittim. Ama evde değildi. Nerede olduğunu sorduğumda "Yine uzakta"
cevabını aldım. Sanırım bahçıvan Holman'dı cevap veren. "Nereye
gittiğini ve ne zaman döneceğini sordum ve "Bilmiyorum" diye cevap verdi
ve garip garip suratıma baktı. Biriyle tanışmama bağlı, yarın elflerin
yeni yılı! diye ekledi.
"Çok iyi! Sanırım bu riski alacağım" diye
düşündüm. Zaman kısalıyordu. En geç Ağustos'ta Ak Konsey'de olmalıydım
yoksa Saruman yine planlarımı bozacaktı. Ve bu büyük sorunların yanında
Dol Guldur'daki güç Erebor'a yapılacak bir hamleye, uğraşacak daha büyük
bir derdi olmadığı sürece, tepkisiz kalmazdı.
Böylece hızlıca
Thorin'nin yanına döndüm. Onu bütün görkemli planlarını bir kenara
bırakıp Bilbo ile birlikte gizlice gitmeye ikna etmem gerekiyordu ve bu
son derece zor bir görevdi. Thorin'in yanına Bilbo'yu görmeden
gitmiştim. Bu bir hataydı ve nerdeyse bir felakete dönüşüyordu. Bilbo
değişmişti, oburlaşmaya ve doğal olarak şişmanlamaya başlamıştı ve eski
arzuları giderek yerini hayallere bırakıyordu
Ama siz Bilbo
onları gördükten sonra hikayenin nasıl geliştiğini biliyorsunuz. Benim
anlatacağım hikaye daha farklı olurdu. Bilbo'nun fark etmediği şey
cücelerin onun ahmak sanması ve bana karşı olan öfkeleriydi. Thorin çok
öfkeliydi ve benim tüm olayı onunla alay etmek için planladığımı
düşünüyordu. Durumu kurtaransa harita ve anahtar oldu.
Shire'da
Thorin'in hikayesini gözden geçirecek zamanım olmuştu. Aniden Dol
Guldur'a 91 yıl önce yaptığım ziyaret ve orada çukurların birinde ölmek
üzere olan pek mutsuz bir cüce aklıma geldi. Kim olduğuna dair en ufak
bir fikrim yoktu. Yanında Moria'daki Durin halkına ait bir harita ve bir
anahtar vardı, ama ne olduklarını açıklayamayacak kadar kötü
durumdaydı. Bir zamanlar bir yüzüğü olduğunu da söyledi.
"Yedilerin
sonuncusu" diye sayıklayıp durdu. Ama yüzüğe sahip olmasının birçok
yolu var. Kaçmaya çalışırken yakalanmış bir elçi olabilir veya daha
büyük bir hırsız tarafından yakalanmış bir hırsız da olabilir. Haritayı
ve anahtarı bana verdi. "Oğlum için" dedi ve öldü. Verdiklerini her
zaman yanımda taşıdım. Yüreğim bana böyle yapmamı söylemişti. Ama kısa
süre sonra aklımdan çıktılar çünkü Dol Guldur'da, Erebor'daki tüm
hazinelerden daha önemli bir işim vardı
Bütün bunları tekrar
hatırladığımda Thrain II'nin son sözlerini duyduğumu anlamıştım. Kendi
veya oğlunun adını verememişti ve Thorin babasına neler olduğunu
bilmiyordu ve Yedilerin sonuncusundan da bahsetmemişti. Erebor'a açılan
gizli kapının anahtarı ve haritası elimdeydi ve onları en çok ihtiyaç
duyuldukları ana kadar korudum.
Thorin harita ve anahtarı gördüğü
anda benim planımı kabul etti. Ama Thorin hala Bilbo'yu yanına almak
istemiyordu. Sadece cüceler tarafından bulunabilecek bu gizli kapı
sayesinde ejdarhanın içeride ne işler çevirdiğine bakabilir hatta
gönüllerini ferahlatmak için birkaç aile yadigarı alabilirlerdi.
Ama
bu benim için yeterli değildi. Yüreğim bana Bilbo'nun da onlarla
gitmesini yoksa bu maceranın tam bir fiyasko olacağını söylüyordu.
Thorin'i hala Bilbo'yu yanında alması için ikna etmeliydim. Tüm yolculuk
boyunca bana göre en zorlu kısım buydu. Bilbo odasına çekildikten sonra
onunla tartıştım ve sabahın erken saatlerine kadar sürdü bu tartışma.
Thorin
şüpheliydi. "Çok hassas" diye söylendi " Shire'daki çamur kadar hassas
ve ahmak. Annesi çok genç öldü. Kendince bir oyun oynuyorsun Efendi
Gandalf. Eminim bana yardım etmekten başka planların da var."
"Kesinlikle
haklısın. Eğer başka bir amacım olmasaydı sana kesinlikle yardım
etmezdim. Davan sana büyük ve haklı olarak gözükebilir, ama büyük bir
kayanın yanında ufacık bir toz parçası ve ben büyük olanla
ilgileniyorum." Hiddetle "Beni dinle, Thorin Meşekalkan" dedim. "Eğer bu
hobbit seninle gelirse başarıya ulaşacaksın, gelmeze başarızlığa. Bu
benim öngörüm ve seni uyarıyorum."
"Şanını biliyorum" diye
cevapladı Thorin " Umarım bu şanı hakediyorsundur. Ama hobbitinin
yaptığı saçma işler, beni öngörün hakkında şüpheye düşürüyor. Düşünecek
çok fazla şeyin var ve bunlar yüzünden aklını yitirmiş olabilirsin."
"Kesinlikle
aklımı yitirmeye yeterecek kadar sıkıntılı düşüncelerim var. Ve tüm bu
sıkıntılarımın arasında kibirli bir cüce benden yardım isteyip, yaptığı
saygısızlıklarla beni ödüllendiriyor. Kendi yoluna git Thorin
Meşekalkan, eğer gideceksen. Ama tavsiyemi dinlemezsen bir felakete
gideceksin. Ve Gölge üzerine çökene kadar bir daha benden ne tavsiye ne
de yardım alabileceksin. Kibrinle açgözlüğünü dizginle yoksa avuçların
altın dolu olsa bile yolun sonunda düşeceksin."
Bu laflar üzerine
biraz irkilmişti, ama gözleri ateş püskürüyordu. "Beni tehdit etme!
Beni ilgilendirecek kararlarda her zaman olduğu gibi kararı ben
vereceğim."
"Öyle yap o zaman! Bunun dışında bir şey
söylemeyeceğim: Sevgimi ve güvenimi kolay kolay vermem birine, ama bu
hobbite karşı inancım var. Ona iyi davranırsan günlerinin sonuna kadar
benim arkadaşlığımı kazanırsın"
Bunları söylerken Thorin'i ikna
etme umudum yoktu, ama bundan daha iyi bir şey söylenemezdi. Cüceler
arkadaşlarına bağlı olmalarını ve onlara yardım edenlere minnet
duymaları gerektiğini anladılar. "Pekala" dedi Thorin "Kafilemle
birlikte yol alacak, eğer cesareti varsa. Ama onun gelmesinde
ısrarlıysan sen de bizimle gelip ona göz kulak olmalısın"
"Çok
iyi. Sizinle geleceğim ve Bilbo'nun değerini anlayana kadar sizle
kalacağım." Onlarla kısa bir süre olsa da kalmam gerçekten işe yaradı,
ama o zamanlar bu beni sıkıntıya düşürmüştü, çünkü Ak Konsey'de
söyleyecek önemli şeylerim vardı.
Böylece Erebor Macerası
başlamış oldu. Macera başladığında Thorin'in Smaug'u yok etmek gibi bir
umudu olduğunu sanmıyorum. Hiç umut yoktu, ama yine de gerçekleşti.
Heyhat! Thorin zaferinin ve hazinesinin tadını çıkaracak kadar yaşamadı.
Kibrine ve açgözlülüğüne yenildi."
Gandalf hikayesini
bitirdiğinde "Ama yine de savaşırken ölebilirdi. Thorin ne kadar cömert
olursa olsun yine de bir ork saldırısı olabilirdi." dedim
"Bu
doğru" dedi Gandalf "Zavallı Thorin! Ulu bir hanedanın güçlü bir
üyesiydi ve ölmesine rağmen Dağaltı Krallığı’nın yeniden kurulması onun
sayesinde oldu. Ama Dain Demirayak ona layık bir varis oldu. Ve biz
burada savaşırken onun Erebor kapıları önünde düştüğü haberini aldık.
Her
şey çok farklı gelişebilirdi. Eğer Dale Kralı Brand ve Dağaltı'nın
Kralı Dain Sauron'un karşısında durmasaydı, biz Gondor'u savunurken
Sauron kuzeyde çok büyük zararlar verebilirdi. Pelennor Savaşı'nı
düşündüğünüzde, Dale Savaşı'nı unutmayın. Ne olabileceğini düşünün.
Eriador'da ejderha alevi ve zalim kılıçlar. Gondor'da bir Kraliçe
olmayabilirdi. Ve bizim burada kazandığımız zafer sadece sonumuzu
ertelerdi. Ama bunlar olmadı, çünkü ben bir akşam, Bree’ye yakın bir
nehrin başında, Thorin Meşekalkan ile karşılaştım. Orta Dünya’da
dediğimiz gibi şans eseri bir karşılaşma."